‘Kültürün Huzursuzluğu:’ Doğal muhafazakarlık kaderimiz mi?
Duygu Ergün
Kültür, toplumlara özgü olan ve gelecek nesillere aktarılan maddi ve manevi her şeydir. Siyasette, bireyleri yerleşik mekanizmalarla “hizaya” sokan biçimdir. Siyasetçiler, Türk toplumunun muhafazakar ve hatta milliyetçi olduğu konusunda neredeyse hemfikir. İktidarın bayrağını elinde tutanlar ve iktidarda bulunanların birçoğu bu ezberin evrensel olduğunu kabul etmiş hatta yerini sağlamlaştırmanın mihenk taşı olarak görmüştür. Peki gerçekten bu kadar mı?
Marksizm Sözlüğü(1) Milliyetçilik konusuyla ilgili olarak, “Milliyetçilik, yapıları, özellikle tarihsel yapıları çoğunlukla hayali olan bir duygular kompleksidir.” René Gallissot’un bu samimi sözü, Türkiye’nin demokrasi, siyasi ve kültürel durgunluğundan nasibini almış bizler gibi soğuk bir şekilde çarpıyor. Düşündüğümüzde, yıllardır ezberlediğimiz ve sonunda gerçek sandığımız fikirlerin “yapıları çoğu zaman hayali olan bir duygu karmaşası” olduğunu görmek için pek çok nedenimiz var. Kızılcık Şerbeti adlı televizyon dizisi ve diziye uygulanan sansür bu durumun en güncel örnekleridir. Dizi, “aynı gerçek ama farklı yöntemlerle iki aşırı uçtaki ailenin aşk hikayesi” şeklinde lanse edilse de muhafazakar kesimin “günahlarına” el kaldırıyor. RTÜK’ün radarına buradan giriyor. Çünkü yıllardır ceplerinde taşıdıkları, gerektiğinde çıkarıp cilalayıp en çekici haliyle tezgahlarına koydukları o milliyetçilik ve muhafazakarlık elması artık alıcısını kaybediyor. Herkesin bildiği gibi, yirmi bir yılın beğenisini kazanan iktidarın, seçim arifesinde ceplerindeki bu elmanın köklerinin gerçek olmadığını ve ne yazık ki artık gerçek olmadığını anlaması zordur. çürüyen, tam da “seccade” konusuyla tekrar o damara girecekken. Kolay olan, elmanın tam tahıllı olduğunu gizlemek, onun yüzünden onu sansürlemek veya başka bir “duygu karışımı” yaratmaktır.
KÜLTÜRÜN ÇÖZÜMÜ
Yasin Durak, Sol Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Kültürün Huzursuzluğu: Türkiye’de İslamlaşma ve Zayıflıkları’ adlı kitabında, Türk kültürünün nasıl bir hale geldiğini Erdoğan dönemi kültür politikaları üzerinden kapsamlı bir şekilde inceliyor. Türk toplumuna atfedilen “doğal muhafazakarlık” nitelendirmesinin arka planına değinen kitap dört bölümden oluşuyor. AK Parti döneminde statükonun sembolleri nasıl eğilip büküldü, iktidar “2023”, “2071” gibi tarihsel referanslarla nasıl yeni bir zaman serüveni yarattı, sağ saray rejimini nasıl “Yeni Osmanlı”ya çevirdi? “Kendi mitleriyle kurgu, Durak’ın kalemindeki ana anlar arasında yer alıyor. Durak, kendi adıyla tanımladığı kültür kavramından hareketle Türk sağının yıllardır kuluçkaya yattığı politikalara ve bu politikalara boyun eğmeyen direniş pratiklerine dikkat çeken çok yönlü bir tartışma yürütüyor. .
“Siyasi bir güç olduk ama sosyal ve kültürel bir güç olmadık.”
Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs 2017’deki bu sözleri, tüm devlet aygıtını ele geçirmiş ve toplumsal alanda hâlâ kesin bir sağlamlığı olan AK Parti’nin bir “özeleştirisi” olarak okunabilir. Ancak meselenin özü, Erdoğan’ın kültürel üretimden ziyade kültürel tahakküm eksikliğini dile getirerek, kültürel alanda gerekli çabayı gösteremediğinden yakınmasıdır. Durak, Erdoğan’a yönelik bu kendinden menkul eleştiriyi, ne yaptığını ve neden söylediğini şöyle açıklıyor:
“Hükümdar dünyayı kendi ikonlarıyla süslüyor. Heykeller, saraylar, piramitler, köle emeği ile karıştırılmış harçla yapılan birçok ejderha yuvası, bütün o muhteşem eserler bu niyetle yapılıyor. Sonra her felaketin, kıtlığın motiflerini ilişkilendirmeye çalışıyor. ya da kendisiyle bolluk… bir şekilde her düğünün damadıymış gibi iğneyi hep kendine çevirmeyi başarıyor.”
Yukarıdaki satırları okurken, Erdoğan’ın “her namazın suçlusu, her düğünün damadı” olduğunu hemen hatırlıyoruz. HES projelerinde dağları delen Erdoğan, Ferhat ile Şirin hikâyesindeki Ferhat gibi. Seyahat Parkı’nda HES’lere direnenlere, karşı çıkanlara değinen Erdoğan, “Çevreci benim, gerçek çevreci benim” dedi. Hem “yerel” hem “evrensel”, “çağdaş” hem “Osmanlı”, “güçlü” ve “kurban” olan Erdoğan. Ve son olarak, bu yollarda birlikte yürüdük diyerek, halkın tarihiyle bütünleşen, iktidar ile toplum arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi gizleyen Erdoğan.
SONDAN ÖNCE OSMANLISIN
“Zamanın Anlatısı” başlıklı ikinci bölümde Durak, burjuvazinin zaman tasarrufuna odaklanıyor. Çünkü “eski kehanetlerden modern imar planlarına kadar, zamanın zimmetine geçirilerek sağlamlaştırılan metafizik hesaplar, burjuva toplumunda itaat arzusu uyandırmada hâlâ etkilidir.” Bu niyetten hareketle Durak, AK Parti’nin “zaman anlatısı”nı nasıl kurduğunu ve iktidarın bu anlatıya güvenerek kendisini topluma nasıl bağladığını ayrıntılarıyla inceliyor. “Daha önce hayatım oldun, sonumsun” diyerek kendini Osmanlı Devleti ile özdeşleştiren bir birinci güçle karşı karşıyayız. Değişmeyen bir özün evladı olmaktan gurur duyan; Yerli, milli ve dindar olma hünerine tutunarak popülizmin kaba kuvvetine tutunarak kültürel bir dramdan beslenen ve yine Erdoğan’ın başrolde olduğu bir zaman çizelgesi bu. Durak bunu şöyle özetliyor: “Hükümdar ortak köklere ve toplumsal hafızaya iner. Ebedi tek kendisiymiş gibi mirasına sahip çıkar.”
SİYASİ GÜCÜN TEMEL ARACI: KÜLTÜR
Terry Eagleton, ‘Kültür’ adlı kitabında, “iktidarın oturduğu ve kök saldığı kalıntı” dediği kültür için şöyle der: “Otoritenizi yumuşatıyor ve katlanılabilir kılıyorsa, siyasal iktidarın vazgeçilmez bir aracıdır. Sen.”
Bu tanımlamaları akılda tutarak, iktidarın kültürü nasıl kullandığını anlamak için Durak’ın şu sözlerini okumakta fayda var:
Yeri geldiğinde tabuya yaslanmak, kendi yasağını kültüre mal etmek, yeri geldiğinde geleneklere uymak, kendi hedeflerini topluma duyurmak, yeri geldiğinde mite sarılmak, şarkılara eşlik etmek, rüyalara bile musallat olmak, yani , kültürü kullanarak kendi farklılığını gizlemek, boyunduruk altında tutulan kolektifle özdeşleşmek. Hükümdar bunu yapmak zorundadır. Ve bunu gerektiği gibi yapamadığı zaman: Artık ne kadar güce sahip olduğunun bir önemi yok!”
Ne yapacağız o zaman? Kültürü siyasi güçlerin çürümüş politikalarına mı terk edeceğiz? Yoksa egemenin dilini tersine çevirip kültürü bir direniş noktasına mı çevireceğiz? İşte Yasin Durak’ın ‘Kültürün Huzursuzluğu’ adlı kitabı, ‘egemen kültür’ üzerinden atfedilen varsayımlara önemli bir itiraz gösteriyor. Üzerimize çöken bu “sağcı ezberleme”nin zaten değil, hükümetin yürüttüğü örgütlü bir çalışmanın sonucu olduğunu ortaya koyuyor. Ancak AK Parti, tüm titiz çabalarına rağmen, Erdoğan’ın yaptığı “özeleştiri”deki gibi toplumsal ve kültürel olanı hiçbir zaman bir bütün olarak kabul edememiştir. Durak bunu, bir anlamda “kültürün heterojen içeriği ve çelişkili yapısı” ile siyasete karşı çıkmasına bağlar. Gösterilebilecek kudretli iradeyi şöyle özetliyor:
“Yaşamın üzerine çöken sağcı yanılsamayı kırabilir ve gücün gösterişli gösterilerine kapılmadan hafızayı faillikten kurarak ve kendi prosedürlerimize başvurarak kirliyi temizden ayıran şey olan kültürü etkinleştirebiliriz. güç tarafından.”
21 yıl önce kurdukları platform, mehterli haber programları, devasa bütçeleri ve oyuncu kadrosuyla Türkçülük-milliyetçilik sosuna bulanmış dizileri, nefret kusan gazeteleri ve her türlü meşrep hikayeleriyle şimdi bomboş. “gerçekleri” söylemesi gerekiyordu. Cep deliği, cep deliği… O elma ne o cebe giriyor ne de gerektiğinde parlıyor. Ayrıca, tüm elmalar her zaman sert ve sulu değildir. İçinde yaşadığımız kültür, elmanın yetişme şartlarını aktardığı gibi, siyasetçilerin de yerini sarsacak en güçlü araç olarak varlığını sürdürüyor…
Dipnot:
bir.Marksizm Sözlüğü, Gerard Bensussan-Georges Labica, Çeviren: Volkan Yalçıntoklu, Yordam Kitap, 2016.